"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz!" Hz Muhammed sav

"Nasıl öldüğümüz kim olduğumuzu gösterir. Hayatı ölüm tanımlar..." Octavio PAZ,



9 Aralık 2012 Pazar

"Kocamın Ölüm İsteğini Destekliyorum"



röportaj: duygu ertürk
fotoğraf: leyla yaman
yeni aktüel dergisi 186. sayı

13 Ağustos 2009 Perşembe


“KOCAMIN ÖLÜM İSTEĞİNİ DESTEKLİYORUM”




50 yaşındaki Tuğrul Cankurt’un Ankara Yukarı Ayrancı’daki evine girdiğimizde, eşi Seviye Cankurt karşılıyor bizi: “Hoş geldiniz. Biraz beklemeniz gerekecek yalnız. Tuğrul Bey’in sondasını çıkarmam lazım.”
Yaklaşık on dakika sonra işlem bitiyor. Ortasında, çokişlevli olduğu her halinden belli tekerlekli sandalyede dimdik oturan Tuğrul Cankurt’un olduğu salona giriyoruz. Zaten biz eve ilk girdiğimizde Seviye Hanım, “medya bizden ah! vah! bekliyor. Ama boşuna. Bizde arabesk yok!” demişti. Tuğrul Bey’in dik duruşu ve güleryüzü bu sözü daha anlaşılır kılıyor. Karşımızda, yıllardır, her fırsatta “ötenazi istiyorum” diyen birisi var. Onu öyle dimdik görünce “Ölmeyi istemek size hiç yakışmıyor” diyoruz. Bu söze alışık olduğu belli, gülümseyerek, “neden?” diyor, “bakın, bu altımda gördüğünüz sandalye var ya, onu bana devlet vermedi, mahkeme kararıyla aldım.”

Sonra kasedi başa sarıyor, hikayesini baştan anlatıyor: 5 Eylül, kaza, kırılan omurilik, kalp pili, felç, sonda, tekerlekli sandalye, yoğun bakımdan çıktıktan hemen sonra verilen ve bir daha dönülmeyen ötenazi kararı…
Boynundan aşağısını bir daha oynatamayacağını öğrenmiş; resim öğretmeni olarak bir daha resim yapamayacağını… “Büyük bir travma” diyor ruh halini anlatırken, “sinir hücrelerinin tedavi edilemediğini biliyorum. Uzunca bir süre yaşam ve ölüm arasında git-gellerden sonra hayatın içinde ailemle yalnız kaldığım yeni bir yaşam biçimi… Hepsi bu!”


“Düşünün” diyor, “1650 gün oldu. Onar bardak su içsem, 16 bin bardak olur. Bu şu anlama gelir; 16 bin kere bana su verir misin demek zorunda kaldım. O kadar litre sıvıyı bir başkasının vücudumdan boşaltması gerekti. Kaç lokma, kaç öğün… Bir başkası tarafından yapılan... Korkunç sayılar bunlar.”
Sonra konuşmayı bölüyor Tuğrul Bey: “Tonguç, bacaklarımı ovar mısın oğlum?”
Sohbetimiz sırasında sık sık duyacağız bu cümleyi. Bu, tüm gün hareketsiz oturduğu için gerekli. Böylece Tuğrul Bey’in vücudundaki kas erimesini yavaşlatmaya çalışıyorlar.
Bu arada eşine sesleniyor: “Seviye, çayımı içirir misin bana?"


“Beni öldür” dediği geceler… Korkunç geceler… 

Ölme isteğini ilk önce eşi Seviye Cankurt’la paylaşmış Tuğrul Bey. Seviye Hanım, o dönem eşinin iyileşmesini ümitle bekliyor. Hastanenin demir sandalyesinde sabahlayarak, sabırla… O yüzden kızarak karşı çıkmış bu talebe önce. Ama süreç ilerledikçe onun da ümidi kırılmış. Sonrasını anlatıyor: “Zaman zaman geceleri kendisini öldürmemi istedi. Hep karşı çıktım. Sevdiğim insan, çocuğumun babası benden onu öldürmemi istedi! Ben hukuksal anlamda alacağım cezadan korkmuyorum. Böyle bir şey yapmış olsaydım hapse girmekten çok, ömür boyu çekeceğim vicdan azabını düşündüm. Tonguç’un yüzüne bakamazdım ben. Hele beni öldür dediği geceler… Korkunç geceler…”
Seviye Hanım eşinin ötenazi talebini destekliyor, biraz da bu ağır yükten kurtulmak için:
“Defalarca ‘öldür beni’ dedi. Kendimi bundan kurtarmak istiyordum. Bıkmıştım artık. Sen ölmek mi istiyorsun Tuğrul dedim, ötenazi mi istiyorsun? Tamam, duyuralım bunu gereken yerlere. Benden çıksın artık. Haklı değil miyim? Ben asla rahat olamayacağım ki. Şimdi rahat değilim. Acıları son buldu diye de rahatlamayacağım. En azından iki kişi acı çekeceğine bir kişi çekiyor olacak bu acıları o ölürse.”
Tuğrul Cankurt giriyor lafa: “Hakkı var. Evde o kadar çok ‘bunu hallet, bunu hallet!’ dedim ki, bu yükü üstünden atmak istedi tabii.”
Ve yine bölüyor kendi lafını: “Tonguç, bacaklarımı ovar mısın oğlum? Bir de su ver bana.”

"Öyle bir an gelecek, Tuğrul’a bakamayacağım”

 Önce insanlar durumu nasıl diye soruyorlarmış Seviye Hanım’a. “Hiç umut yok; Tuğrul bundan böyle tekerlekli sandalyede yaşayacak, boyundan aşağısını kullanamayacak” diyememiş. Eşi, dostu ama en önemlisi kendini rahatlatacak cevabı bulmuş sonra: “İyileşecekmiş ama biraz zaman ve çok çalışmak lazımmış…”
Gerçeği biliyormuş tabii Seviye Hanım ama bu gerçeği herkesle birlikte kabullenmek çok zor olmuş onun için: “Tuğrul’a felç olmayı hiçbir zaman yakıştıramadım ki ben.”
Seviye Hanım ufak tefek bir kadın, 50 kiloluk. Tuğrul Beyse aksine uzun boylu, iri yapılı bir adam. Hal böyle olunca eşine bakmak zorlu bir fiziksel mücadele onun için. Öyle ki bazı geceler, “Keşke senin yerinde ben yatsaydım Tuğrul” demiş, “sen beni çok rahat kaldırır, oturturdun.”
Tüm bu süreçte Seviye Cankurt’u en çok üzen şeylerden biri de Tuğrul Bey’in bakımına yetersiz kaldığı için yanlarında sürekli birilerine ihtiyaç duymaları olmuş zaten. Bu durumun minnet duygusuna yol açması çok üzmüş onu: “İnsanlara minnet duymak çok yaralıyor insanı biliyor musun? Bir de yalnızlaşıyorsunuz bu süreç içinde. Daha önce her şeyinizi paylaştığınız dostlarınız zamanla sizden uzaklaşıyorlar. Haklılar aslında; her geldiklerinde aynı manzarayla karşılaşıyorlar. Tuğrul’a söyleyecekleri şeyler azaldı artık.”
“Öyle bir an gelecek ki, Tuğrul’a bakamayacağım” diyor, “Olayın bir boyutu da bu. Türkiye’de bir engellinin zorlanması için her türlü ortam yaratılıyor. Binalar, merdivenler, kaldırımlar, otobüsler… Çankaya Belediyesi sağolsun, Tuğrul’u yaşama katmak için ellerinden geleni yapıyorlar” diyor. Bir de ekliyor: “Bunu özellikle belirt olur mu?47”
Tuğrul Bey yine giriyor burada lafa, gülüyor: “Sizler evli misiniz hanımlar? Sakın kendinizden iri biriyle evlenmeyin ha! Hastalanırsa, taşıması zor olur.”

“Devlet yeterli desteği vermiyor”

“Ekonomik durumum yok benim mücadele edecek” diyor Tuğrul Bey, “30 kuruşluk sondayı vermeyen devlet mi sağlayacak tedavimi? Şimdi devlet bana diyor ki “tekerlekli sandalyeyi ödemem, beş yıl bekleyeceksin. Tuvalet sandalyesi vermem. Sondayı vermem. İnsanca şeyleri tüketmek istiyorum. Sinemaya, tiyatroya gitmek istiyorum. Bunun için asansörlü minibüs gerekli. Devlet onu da vermiyor.”
Seviye Hanım da devletin kendilerine yeterli maddi ve manevi desteği vermediğini söylüyor. Bu, onların durumunu daha da ağırlaştırıyor, ötenazi isteme sebeplerine yenisini ekliyor: “Birinin başkasına bağımlı olmadan yaşaması için devletin kişiyi insanca yaşatacak koşulları sağlaması gerek. Ekonomik anlamda da tükeniyorsunuz. Birçok şeyi kendiniz karşılamak zorundasınız. Dört buçuk yıl eşime fizik tedavi uygulattım. Çünkü devlet bunu sürekli yapmıyor. Hastaneye gideceksiniz de sıraya gireceksiniz de… Şu anda Tuğrul Bey’e ötenazi uygulanamadığına göre bu ülkede, yaşamımızın kolaylaştırılması lazım. Bu devlet insanlara kömür ulaştırıyor, buzdolabı ulaştırıyor. Niye gerçekten bakıma muhtaç insanlara bu eziyeti çektiriyor?

“Evet Tuğrul, yoruluyorum. Yalan mı söyleyeyim?”

Tuğrul Bey hiçbir şeyi tek başına yapamadığına da içerliyor: “Beni yaşatmak için büyük mücadele verdiler. Evet beni yaşattılar, yaşamak buysa! İnsanca yaşamıyorum ki ben! Köşede oturup nefes almak bir şey ifade etmiyor benim açımdan. Bir şeyler üretebilmeliyim. Yeteneklerimi ortaya koyabilmeliyim. İnsanlarla iletişim kurmalıyım. En azından telefon ederken birinin telefonu tutması gerekmesin.”
Seviye Hanım mutfaktan geliyor, gülerek giriyor söze: “Benim dedikodumu yapamıyor ya arkadaşlarına, ona üzülüyor.”
Sonra eşinin kazadan önceki halini anlatıyor bize: “Kazadan önce onu görmeliydiniz; çok üretkendi, espriliydi, neşeliydi. Yine espri yapıyor ama artık her şeyde hüzün var. Her şeyi paylaşırdık biz. Çok güzel yemek yapardı Tuğrul. Temizliği bile beraber yapardık. Çok yakışıklıydı, hala da yakışıklı zaten.”
Tuğrul Cankurt masmavi gözleriyle çok yakışıklı bir adam gerçekten. Bu sözleri duyunca neşeleniyor. Neşelenince daha da yakışıklı oluyor: “Off! N’aptın. Yürümekten geçtim, uçacağım şimdi!”
Ardından ekliyor yine: “Seviye, su içirir misin bana?”
“Tuğrul’un psikolojisini de etkiliyor bu durum” diyor Seviye Hanım, “Akıllı bir adam var karşımda. Benim dışarıya çıkamadığımı, kendime ait bir yaşamım olamadığını görüyor. Ya da yorulduğumu…”
“Seni yoruyorum” diyormuş Tuğrul Bey ona. “Evet, Tuğrul yoruluyorum. Yalan mı söyleyeyim? Ama ne yapabilirim?” diyor eşine, “Ben bu durumda olsam sen bana bakmaz mıydın?”
Sohbet bitiyor. Cankurt ailesinin evinden ayrılıyoruz. Tam kapıdan çıkarken, içeriden Tuğrul Cankurt’un sesini işitiyoruz, yarım yamalak geliyor:
“Tonguç, bacağımı ovar mısın oğlum?”…

"BABAMIN ÖLMESİNİ İSTEMİYORUM AMA ÇEKTİĞİ ACILARIN BİTMESİ GEREK"

Tuğrul Cankurt’un oğlu Tonguç 21 yaşında. İ.Ü. Hukuk Fakültesi’nde okuyor. Babası kaza geçirdiği yıl üniversiteye hazırlanıyormuş. Derslerini olumsuz etkilemesin diye, bu isteğini paylaşmamış babası onunla. O nedenle, ötenazi mevzuunu en son duyan da o olmuş; kazadan tam 1 yıl sonra…
-Babanın ötenazi talebiyle ilgili ne düşünüyorsun?
Bu, insanın kendi hayatına dair söz söyleme hakkı olup olmadığına dair basit bir tartışma aslında. Etik bir mesele. Başka bir şey değil.
-Tam bir hukukçu cevabı oldu bu. Bir evlat olarak, ilk duyduğunda ne hissetin?
Sinir oldum. Evet, his tam olarak bu. Hatta bir ara “ölmek istiyorsan, bıçağı alayım öldüreyim” dedim, “ne olacak peki sonra? neden ölmek?” dedim. Haklıydı. O yüzden cevabı da beni sinir etti. Bir süre sonra da alışmaya başladım. Kendimi hazırladım yavaş yavaş bu düşünceye. Ötenaziyle ilgili bir kitap aldım İstanbul’da onu okudum.
-Babana hak veriyor musun artık?
Aslında başından beri hak veriyorum ona. Ama babamın bunu istemeye hakkı olmadığını düşündüm. Bu duygusal bir mesele. Babam kazadan bir sene sonra söyledi bana ölmek istediğini. Galiba erken geldi bana bu. Belki üç sene sonra söylese daha anlayışlı olurdum.
-Şimdi bu konuyla ilgili ne düşünüyorsun peki?
Olursa ne yaparım diye düşünüyorum. Nasıl olur? Bu kolay değil. Ne yapabilirim gerçekten bilmiyorum. Ben öldürebilir miyim diye bile düşündüm uzun süre.
-Sana da “beni öldür” dedi mi hiç?
Evet.
-Ne dedin ona?
“Öldüreyim o zaman seni çok istiyorsan” dedim. Ama olmaz bu, bu kadarını yapamayız. Bunun olmayacağını o da biliyor ama…
O vicdan azabıyla yaşayamam. Ötenazinin uygulanmasını sağlasak bile, buna biz sebep olmuş gibi olacağız. Tek başına yapabileceği bir şey değil sonuçta.
Ta kazaya gidiyorum, keşke böyle olmasaydı diyorum. İstemiyorum tabii ki babamın ölmesini. Karşımda işte şimdi. Ölürse, olmayacak. Bu hiç kolay bir şey değil. Babamla aramız çok iyiydi. Çok şey paylaştık birlikte. Ama bundan sonra yapamayacağız. Konuşamayacağız. Aklıma takılan bir şey olduğunda ona soramayacağım. Öte yandan, bunun bir yerde bitmesi gerekiyor. Acı çekmesi daha kötü.
-Baban ötenaziden vazgeçse…
Benim asıl üzerinde düşündüğüm şey onun acı çekip çekmemesi üzerine, yaşaması ya da ölmesi üzerine değil. Onurlu bir şekilde ölmesi… Gülerek gidecektir o ölüme…

Tuğrul Cankurt’un günlüğünden…

Ölürken bile çevremdekilere daha az acı vermeliyim ama nasıl?
Beynimin kıvrımları, duyu organlarım her yerde azraili arıyor. Ötenaziden bahsediyorum. Herkes itiraz ediyor. Yememeye karar veriyorum, tepkiler büyüyor. İkinci gün zoraki besleniyorum. Ölürken bile çevremdekilere daha az acı vermeliyim ama nasıl. Nefes almaya devam ediyorum. Çevremdekiler esprilerime gülüyorlar. İyi göründüğümü söylüyorlar. Gülerek, “iyiyim” diyorum. Ötenaziden bahsettiğime inanamıyorlar, şaka gibi algılıyorlar. Bense son derece ciddiyim. Ama ölüme giderken ağlamak değil gülmek istiyorum. İçi boş konuşma balonları dolaşıyor çevremde. İyi şeyler söylediklerini zannedenler, beni ölümden yaşama döndürdüklerini düşünüp, ağızları kulaklarında kendi dünyalarına geri dönüyorlar. Bir tek eşim ve oğlum çektiğim acıların farkındalar ve beni anlıyorlar. Ellerinden hiçbir şey gelmiyor. Ne beni öldürebiliyorlar ne bulunduğum yerden çekip çıkarabiliyorlar. Benim ellerimse hala beni dinlemiyor.

Tuğrul Cankurt’un, eşi Seviye Cankurt’la ötenazi fikrini paylaştığı gün Seviye Hanım’ın tuttuğu günlükten…
Ötenaziden bahsettin. Bunu bize yapamazsın!
 


27 Kasım 2004
Sevgili Tuğrul,
Kötü bir gece geçirdik. Uykusuz geçti. Üstelik birbirimizi de kırdık. İkimiz de ağladık. Sana çok ağır geliyor her şeyini başkasının yapması. Ötenaziden bahsettin. Bunu bize yapamazsın. Bu kadar şeyi atlattıktan sonra, her şeye boş veremezsin. Neredeyse üç ay olacak. Çok aşama kaydettik. Şimdi kendini bırakamazsın. Tonguç için bunu yapmalısın. Başaracağız! Biz bu maratonu kazanacağız!

duygu erturk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder