"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz!" Hz Muhammed sav

"Nasıl öldüğümüz kim olduğumuzu gösterir. Hayatı ölüm tanımlar..." Octavio PAZ,



2 Ocak 2013 Çarşamba

The Sea İnside - Mar adentro (2004)



Yönetmen: Alejondro Amenabar
Senaryo:  Alejondro Amenabar, Mateo Gill
Oyuncular: Javier Bardem, Belen Rueda, Lola Duenas, Clara Segura, Celso Bugallo

Biçimsiz ve bozulmuş bir bedenin bekçisi olan bir insan için, yani benim için, saygınlık nedir? Ben, hayatı, özgürlüğü seven çoğu insan gibi, yaşamanın bir hak olduğuna, ama bir mecburiyet olmadığına inanıyorum  
 (Ramón Sampedro)

Eğer kaçamıyorsan ve başkalarına bağımlıysan gülümseyerek ağlamayı öğreniyorsun (Ramón Sampedro)

http://www.sinemakulubu.com/blog/movie-review/mar-adentro-the-sea-inside-icimdeki-deniz-2004/ adresinden alıntılanmıştır.

ÖZET: Ölümün varlığı, hepimizin yadsıyamadığı ve biraz da hayatın bir parçası olduğunu düşündüğümüzde canımızı yakan bir konu…
Ölümden çok daha can yakıcı olan, bizi biz yapanlardan yoksun olarak yaşamaktır herhalde. Yoksunluklarımız ve muhtaçlıkla yaşamaktansa ölmek…
Ötanazi, Eski Yunan’dan bu yana hastalığın iyileşmeyeceği anlaşılan durumlarda, hayvan ve insanlara uygulanmakta ya da en azından uygulanması Platon ve Aristo tarafından savunulmuş bir kavram. Çözümü olmayan bir hastalık için uzmanlığın kullanılmasını onur kırıcı bulmuşlardır. Çok sevdiğim düşünür Nietzsche de yaşamanın bir özgürlük olduğunu ve kişinin aklı salimse kendi ölümüne karar verebileceğini savunmuştur. Modernizm ve yasa kavramının hayatlarımıza girmesinden bu yana, bu konu tartışma konusu olmaktan çıkmış, uygulanabilir ya da uygulanamaz başlıkları altında yer almıştır. Ötanazi, dinsel anlamda da sorgulandığı için, salt özgürlük olarak görülememiş, bugün birçok ülkenin dini ve siyasi bakış açısına göre bir özgürlük konusu halinde yasa maddelerinde yer almaktadır. Ötanazi dünya çapında kabul edilmiş, yasal bir uygulama olmamakla birlikte, bazı ülke ve eyaletlerde yasal ve uygulanabilmekte. Hollanda, Belçika ve ABD’nin bazı eyaletleri bunlardan birkaçı. Bugün bu hak Türkiye’de de yasak…
Alejandro Amenabar’ın filmlerinde, durağan ilerleyen; fakat yavaşça içimize yerleştirdiği bir gerginlik hissi var sanki. Yaşanmış bir hikâyeden uyarlama; Mar Adentro / The Sea Inside ‘da yine bu hissi duyuyoruz. Film; Ötanazi kavramını, seyirciyi ve bu kavramı sömürmeden ortaya koyan oldukça başarılı bir film. Yine bol ödüllü bir filmle karşı karşıyayız. Başarılı bir oyuncu kadrosunun olması ve her karakterin göze batmadan ayrıntı ile işlenişi de filmin içine girmemizi ve filmin başarısını arttıran etkenlerden bir tanesi.
Yönetmenliğini Alejandro Amenabar’ın yaptığı, senaristliğini yine Alejandro Amenábar ile birlikte Mateo Gil’in üstlendiği filmin; başrollerini; Javier Bardem (Ramón Sampedro), Belén Rueda (Julia), Lola Dueñas (Rosa)’nın paylaştığı kadro; Mabel Rivera (Manuela), Celso Bugallo (José)  ve Clara Segura (Gené), Tamar Novas(Javi) gibi isimleri barındırıyor. Mar Adentro, Dram ve Biyografi türünde; İspanyol, Fransız ve İtalyan ortak yapımı bir film. İspanyollar için çok önemli olan uluslarası Goya Film Festivali’nde; en iyi film, en iyi yönetmen,  en iyi erkek oyuncu (Javier Bardem), en iyi kadın oyuncu (Lola Dueñas), en iyi yardımcı kadın oyuncu (Mabel Rivera), en iyi senaryo ile ödüllere boğulmuş bir film. Bunun yanında film sadece bunlarla kalmamış, Toranto Film Festivali’nde The Sea Inside ismi ile boy göstermiş ve yine Venedik Film Festivali’nde ikincilik ödülü ile Javier Bardem’e en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandırmıştır. Ayrıca Broadcast Film Critics ödüllerinden yabancı dilde en iyi film ödülüyle dönmüştür.

Teknik aşamaya bakarken bu filmin Alejandro Amenabar’ın kendi elleriyle diktiği bir çiçek gibi olduğunu fark edeceksiniz. Senaryosundan, filmin müziklerine kadar hepsinde Amenabar’ın imzası var. Tabii Luz Casal’in güzel sesini de unutmamak gerek…
Müziklerin güzelliğine bir de muhteşem bir coğrafya ve Barcelona ile Galiçya manzaraları ekleniyor. Doğa müthiş bir biçimde kullanılmış, “uzaklık” duygusunu keskin bir şekilde hissetmenizi sağlıyor.
Film yaşanmış bir hikâyeden yola çıkılarak çekilmiş ve Ramon Sampedro’nun hayatını sonlandırma istemi üzerine kurulmuştur. Ramon (Javier Bardem), gençliğini oldukça hareketli geçirmiş, denizle iç içe yaşamış ve birçok yer gezmiş biridir. Yirmili yaşlarına kadar sağlam bir bedene sahip olan Ramon’un o sıralar hayatının aşkı diyebileceği bir kadını da vardır. Fakat bir gün denize atlarken, sığ bir kıyıda tam da atladığı sırada suların çekilmesiyle bir kaza geçirmiş ve vücudunun boynundan aşağısı felç olmuştur. Hayatının geride kalan yaklaşık 25-30 yılı bir yatakta yengesi Manuela’nın bakımı ile geçmektedir. Ramon ailesi; yengesi, abisi, babası ve yeğeni Javi (Tamar Novas) ile birlikte yaşamaktadır. Aile Ramon’un hayatındaki bu değişimle birlikte tıpkı Ramon gibi denizden uzaklaşmak zorunda kalmıştır. Manuela (Mabel Rivera); Ramon’un tüm bakımını üstlenmiş ve oldukça özverili bir kadındır. Kocası ise zamanla kardeşinin durumu yüzünden içine kapanmış sertleşmiştir. Evde bir de yaşlılığın getirdiği gelgitler yaşayan büyükbaba ve Javi vardır. Javi; birçok şeyin farkında olmayan, biraz şaşkın bir tiptir, fakat Ramon’un onunla güzel ve ilginç bir bağı vardır.
Esas karakterimiz Ramon’dan bahsedecek olursak; gençken gezerken ve keşfederken kendisini oldukça iyi yetiştirmiş, hayata karşı net bir duruşa sahip, gururlu, belki biraz da ketum diyebileceğimiz huysuz bir karakter. Ramon yaşadığı hayatın onu onursuzlaştırdığını düşündüğü için ölme kararı alıyor ve arkadaşı Gené (Clara Segura), aracılığı ile de ötanazi için İspanyol Hükümetine başvuruyor. Bu Ramon için kaybettiği özgürlüğü ölüm vasıtası ile alma biçimidir adeta. Gené kendisine bu konuda oldukça yardımcı olmakta ve hatta Ramon’un derdini anlatabilmesi için televizyon konuşmaları yapmasını sağlamıştır. Bu sayede insanlar Ramon’un yaşamak kadar ölmenin de özgürlüğünün bir parçası olduğuna ve bu türlü bir hayatın onursuzluğuna destek vermeye başlamışlardır. Ramon artık insanlar tarafından tanınan ve saygı duyulan biri olmuştur. Tabii ölmek istemesine tepki gösteren insanlar da yok değildir. Aynı zamanda başka bir avukat Julia (Belén Rueda), kendisinin de vücudunu etkileyen bir beyin rahatsızlığı vardır, Ramon’u ilginç bir vak’a olarak görmüş, bir yandan da kendisine yakın hissetmiş ve kimseyle görüşmek istemeyen karakterimizle görüşmeye başlamış ve uzun uzun konuşmalar gerçekleştirmişlerdir. Ramon’un tanınmaya başlaması, Boiro’lu Rosa’yı da Ramon’a getirecektir. Rosa (Lola Dueñas) içinden geldiği gibi konuşuveren, erkeklerden yana yüzü gülmemiş, iki çocuğu olan ve gündüzleri bir fabrikada çalışıp geceleri de radyoda çalışan bir kadındır. Ne yazık ki Ramon’la olan ilk görüşmeleri iyi geçmemiştir, çünkü Ramon’un kesinlikle insanların yapmamasını istediği şeyi yaparak, onu yaşamaya ikna etmeye çalışarak iletişime geçmeyi çalışmıştır. Rosa, zamanla Ramon’un hayatına sızmayı başaracaktır. Tabii Julia’nın ikinci kez Ramon’u uzun süreli ziyareti de bizler için oldukça önemli sahnelerdir. Ramon, iki kadını da bu haliyle kendisine âşık etmeyi başarmıştır. Julia ile olan bağları her ikisinin de benzer kaderleri paylaşıyor olmalarıdır. İki karakterin diyalogları, Julia’nın Ramon’un kalemini keşfiyle daha perçimlenir ve Ramon ölmeyi istemesine rağmen onun yardımı ile bir kitap yazma kararı alır. Bunun için, yeğeni Javi ve babasına yazı yazabileceği bir alet dahi yaptırır.
Biraz konudan sıyrılıp filmin zorluklarına dönecek olursak, pek fazla değişmeyen mekân olgusu bizi izlerken zorladığı gibi hiç şüphesiz yönetmen için de bir zorluk olmuştur. Kurgu bu anlamda oldukça başarılı. Yaşanmış olan bu hikâyenin çekilmiş ilk filmi olmamakla birlikte, makyajların da çok başarılı olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Ramon Sampedro için daha önce de 2001 yılında, “Conderado A Vivir” isimli bir film daha çekilmiştir. Başlarda ağır ilerleyen film, sonraları tempoyu hızlandırıp bir sonraki adımda ne olacağını tahmin edemediğimiz biçimiyle devam ediyor.
Filmi izlerken replikler aklınızın bir köşesine muhakkak kazınacak. Ramon’un kendini anlatış biçimi, bir anda zihninizde aforizmal bir tablo alabilir. Filmde sadece bir insanın yaşama özgürlüğüne ya da ötenaziye göndermeler bulunmuyor, Ramon’un sözleri kendini anlatış biçimde Ortaçağ kilisesine ve ölüme, öldürmeye olan bakış açısına da göndermeler de bulunuyor. Bu tür bir hayatı yaşamanın çok büyük bir hayal gücünü beraberinde getirdiğini öğretiyor bize Ramon. Denizin yanında değilken denizin kokusunu alabilmek gibi…
Rosa’nın psikolojik durumu oldukça güzel ve detaylı bir biçimde incelenmiştir. Ramon’un ölümün de bir özgürlük olduğunu vurgulaması, etrafındaki herkesçe hazmedilebilmiş bir konu olamamıştır. Arkadaşları destek vermektedir, fakat sevdiği kişinin ölümüne yardımcı olacak sevme olgusunu Rosa’nın psikolojisi ile tanıyoruz
Javier Bardem’in beden değil, mimik oyunculuğu ile seyirciyi fethettiği bu film bittikten sonra, saatlerce Negra Sombra dinleyerek hikâyenin onurlu yaşamın, birine olan bağlılığın sınırlarını düşünebilirsiniz. Son olarak
Hayatını onurlu bir şekilde sonlandırmak isteyen bir insanın ve etrafındakilerin psikolojik hikâyesini ince bir titizlikle sunuyor Amenabar.


“Biçimsiz ve bozulmuş bir bedenin bekçisi olan bir insan için, yani benim için, saygınlık nedir? Ben, hayatı, özgürlüğü seven çoğu insan gibi, yaşamanın bir hak olduğuna, ama bir mecburiyet olmadığına inanıyorum.” [Ramon Sampedro]
İyi seyirler…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder